Facebook ne düşündüğünüzü, twitter ne yaptığınızı, foursquare ise nerede olduğunuzu soruyor. iPhone, Blackberry ya da Android telefonunuz ile siz de her anınızı paylaşıyorsunuz. Üstelik fotoğraf ve videolarla kendi hayatınızı sanal ortama taşıyorsunuz. Yanınızda hep taşıdığınız o dijital aygıtlar size ailenizden daha yakın. Üstelik toplum içindeki statünüzü ve kimliğinizi belirtmekte de yardımcı oluyor.
Yeni dijital aygıtlar yalnızca bireylere daha fazla özgürlük sunan, mekanlar arasındaki engelleri yok sayan cihazlar değil. Her bir kullanıcı bu teknolojileri severek, isteyerek kullanıyor. Bu, aynı zamanda iktidarların yüzyıllardır en çok sahip olmak istediği özelliklerden biri: Toplumu her an denetlemek. Nitekim uygarlıkların gelişiminde iletişim ağları her zaman büyük bir rol oynamıştır. Ortaçağ’da savaş esnasında gecikecek haberlerden biri o taraf için mağlubiyete yol açabiliyordu. Ancak Soğuk Savaş döneminde başlayan Norbert Wiener’in geliştirdiği sibernetik kuramı, Claud Shannon’un matematik teorisi ve Alan Turing’in diyalektik mantığı sayesinde oluşan ağ toplumlarında doğal coğrafya artık determinist bir role sahip değil.
İnsanlar yanlarında taşıdıkları aygıtlar sayesinde anlık olarak her yerle, herkesle konuşabiliyor. Ama aynı zamanda her an, her saniye denetleniyor, izleniyor ve gözlemleniyor. Paylaştığı her bilgi ve her görsel, bir veri olarak inceleniyor. Daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasi ilüzyonuyla bilgi akışının manipülasyonuna tanık oluyoruz. Peki içinde yaşadığımız ağların enstrümanlarını kullanarak haklarımızı savunabilir miyiz?
Dijital aktivizm, yani siyasal pratiklerin enformasyon ağlarında uygulanışı son dönemin önemli fenomenlerinden biri. İnsanlar kendilerini sanal olarak Tahrir Meydanında gösteriyor, Facebook’ta politik gruplara katılıyor, Youtube’da videolar paylaşıyor ve twitter’da anlık gelişmeleri aktarıyor. Bildiğiniz üzere internetin kelebek etkisini Wikileaks ile kısa bir süre önce deneyimlemiştik. Wikileaks’in yayınladığı belgeler sayesinde hükümetler arasındaki yazışmalar dünya kamuoyuyla paylaşılmıştı. Yıkılmaz ABD imajı zedelendiği için kimileri hukukun 11 Eylül’ü olarak adlandırmıştı.
Olay ilk olarak Tunus’ta patlak verdi. Bir anda Ortadoğu’da hareketlilik başladı. Tunus’tan sonra Mısır’da hükümet değişti. Libya’da savaş çıktı, Yemen ve Suriye hareketlendi. Batı medyasında da yoğun bir şekilde buradaki örgütlenmelerin sosyal ağlar aracılığıyla gerçekleştiği yazıldı. “Facebook/Twitter Devrimi” olarak başlıklar geçildi. Buraya katılanlar aktif bir şekilde dijital platformlarda sosyal ağları kullanarak örgütlendi ve siyasal hareketlere katıldı. Bu platformları insan haklarını korumak misyonuyla tiranlarla başa çıkmak için kullandı. Tunus’ta ve Mısır’da hükümetler değişti, yeni siyasi ve ekonomik politikalar uygulanmaya başlandı. Batılı devletler, artık son gelişmelerden sonra bu ülkelerdeki yeni hükümetlerle ortak kararlar alabileceklerini söylüyorlar. Libya’da da Kaddafi öldürüldü ve benzer gelişmeler Libya için de geçerli. Tüm bu grup hareketlerinin ve protestolarının arkasında isedijital gerillalara rastlamak mümkün.
İlginç bir bilgi ise protestolara aktif olarak katılan ve organize olan grupların kuruluşu hakkında. 2008 yılında CNN, CNBC gibi dev medya kuruluşlarının katılımıyla New York’ta dijital aktivizm paneli düzenlenmişti. Tony Cartalucci’nin belirttiği üzere bu panele 6 Nisan Hareketi ve Genç Hareketler İttifakı da katılmıştı. Genç Hareketler İttifakı’nın en büyük sponsoru ise Google. Google, ayrıca Mısır’daki devrimin de temsilcisi oldu. Vael Gonim, Google’ın Ortadoğu temsilcisi ve Mısır halkına topluluk içinde seslenen isim. Medyaya Mısır hakkında gerekli bütün demeçleri veren de yine o. Wikileaks ile Google arasında da bir bağlantı var: Ben Laurie, Google’ın veri güvenlik uzmanı ve Wikileaks’in danışma kurulu direktörü. Yani siyasi hükümetlerin politik stratejilerini kamuoyuyla paylaşan kurumun bir üyesi, aynı zamanda dünyanın en büyük kapital şirketlerinden birine hizmet veriyor. Peki tüm bu belirten bağlantıları ilişkilendirsek ve bazı varsayımlarda bulunsak şüpheli bir yaklaşım mı olur?
Stanford Üniversitesi’nden Evgeny Morozov, sosyal medya devriminin abartıldığını yazdı. Ona göre sosyal ağların rolü abartılıyor ve bahsedildiği kadar etkisi yok. 2009′da İran’daki seçimlerde de bir twitter devrimi gerçekleşmişti ancak başarısız olmuştu. Neden? Twitter o dönemde yeterince popüler değil miydi? Sosyal ağların etkisi Morozov’un dediği gibi çok güçlü olmayabilir, toplumun örgütlenmesinde başka faktörler önplanda olabilir. Ancak bir gerçek var ki, o da sosyal ağların gücü üzerine toplumlarda kolektif bir bilinç yaratıldığı. Artık herkes internetin siyasi hareketlerde önemli bir aktör olduğunu düşünüyor.
Sosyal medya furyasının sonuçlarını görmeye devam ediyoruz. CIA, 2009′daki İran seçimlerinin Twitter’a yansımasından sonra bu mikrobloğu mercek altına almış ve her gün 5 milyon ‘tweet’ mesajını okuyormuş. Bu şekilde geleceğe dair daha belirgin projeksiyonlar yaratmak istiyorlar ve muhtemelen geleceği kendi çıkarlarına göre biçimlendirmeyi arzuluyorlar.
Julian Assange, wikileaks projesinin yayınlanmasıyla Amerika’daki bazı dengeleri de değiştirmek istiyordu fakat olaylar beklenildiği gibi gelişmemişti. Şimdi ise Ortadoğu’da başlayan protesto akımının Amerika’ya geldiğini gözlemliyoruz. “Occupy Wall Street” başlığıyla yayılan protestolarda insanlar, var olan kapitalist sistemden şikayetçi olduklarını dile getiriyorlar. Ekranlara gelen görüntüleri, protestolara katılan insanların yorumlarını anlık olarak iPhone ve Android yüklü telefonlarımızdan takip edebiliyoruz. Bu protestolarda herkese hitap eden konulara rastlayabilmek mümkün: Finansal kriz, yemek fiyatları, terör, işsizlik, ırkçılık… Kısaca herkes için bir konu var. Ancak protestoların odak noktası maalesef net değil. Belli bir topluluk var fakat kaos ve düzensizlikten başka bir çıkarım yapabilmek mümkün olmuyor. Ancak bu konuda politik kişilerin yaptığı açıklamalara dikkat etmek gerekiyor. Kasım ayı başında Kuzey Karolina valisi, sadece seneye yapılacak seçimlerle ülkeye en iyi şekilde hizmet verilebileceğini söyledi.
Tüm bu gelişmeler bana bir video oyununu çağrıştırıyor. Ekranlarımızda yer alan karakterler, düşmanlar, yapay hedefler ve görevi belirten yönergeler…Ancak bu oyunda önemli olan ekranda oynayan karakterler değil, önemli olan bu oyunu kimin oynadığı, kimin kontrol ettiği ve nihai amaçları. Makro perspektiften baktığımızda tüm bu gelişmelerle istenilen amacın küresel değerler, kültürel kodların monopolizasyonu ve hükümetlerden bağımsız serbest ekonomi olduğunu görüyoruz. Sebebi ise gayet açık. En büyük sanayi kuruluşu ExxonMobil’in sahibi Jay Rockefeller, bilişimi karalamak için her şeyi yapıyor: İnternet ile ülke güvenliğinin tehlikede olduğunu, tüm bilgilerin dışarı sızdığını, Litvanya’daki bir çocuğun Pentagon’dan bilgi çalabileceğini, internetin ulusal güvenlik için bir tehdit olduğunu söylüyor. Rockefeller’ın böyle bir konuşma yapmasının sebebi ise her geçen gün sanayinin ekonomik hacminin daralması ve bilişim şirketleri daha çok önplana çıkması: Apple 2010′da 6 milyar dolar kar etti ve ekonomik başarı, beraberinde siyasal üstünlükler getirir.
Bugün Amerika’da güç dengelerinin değişimi yaşanıyor. Amerika, nasıl ki tarımdan sanayiye geçerken siyasi problemler (iç savaş çıkmıştı) yaşamışsa bugün bunun bir benzerini sanayiden bilişime geçerken yaşıyoruz. Fakat bu denge değişimi oldukça dolaylı yollardan gerçekleşiyor. Wikileaks de, Occupy Wall Street de bunun bir parçası. Yani mesele yalnızca ezilen halkların internetten örgütlenerek bir anda otoritelere karşı ayaklanmaları değil.
İnsan hakları konusuna gelince…Maalesef fiziksel dünyadaki dengeleri değiştirmek ve insan haklarını savunmak onların geliştirdiği araçları kullanıp bir “like” butonuna basmak kadar kolay değil.