Inside a Star-Filled Sky, yani “Yıldız Dolu Gökyüzü İçinde” yapımı bağımsız bir geliştirici olan Jason Rohrer tarafından tasarlanan bir video oyunu. Oyun ekran görüntülerinden de fark edeceğiniz üzere piksel grafiklere sahip basit bir shooter. Fakat Jason Rohrer; Ubisoft’un baş seviye tasarımcıları Alexandre Amancio ve Clint Hocking tarafından referans gösterilen ve Electronic Arts’a danışmanlık yapan ödüllü bir video oyun tasarımcısı. Dolayısıyla yalnızca ekran görüntülerine bakarak önyargılar edinmeden önce gelin biraz Jason Rohrer’ı tanıyalım.
Jason Rohrer; 1977 doğumlu programcı, yazar, müzisyen ve tasarımcı. Geliştirdiği oyunlardaki bütün alanlarla tek başına ilgileniyor. Cornell Üniversitesi’nde yapay zeka üzerine lisans ve lisansüstü eğitimlerini tamamladı. 2005 yılında ilk video oyununu geliştirdi. Şimdiye kadar geliştirdiği oyun sayısı 9 ve oyunlarını PC, Mac, iPhone platformlarında yayınladı. Şu an da Nintendo DS için “Diamond Trust of London” adında bir oyun üretiyor. Tek gelir kaynağı bu oyunların satışından kazandığı para. Profesyonel bir şirkette çalışmayı reddediyor çünkü “Bir şirkette çalışarak patronların emirlerini dinlemek istemiyorum. Zamanımı saatlerce benim olmayan işler için değil, kendi ürettiğim çalışmalar için harcamak istiyorum. Tabii en önemlisi her zaman ailemle birlikte olmak istiyorum.” Bunun için bir otlaklıktaki küçük evde yaşıyor ve yıllık geliri yalnızca 15,000 dolar. Ancak video oyun sektöründe saygın bir isim. Kendisine rahatlıkla modern çağın Diyojen’i diyebiliriz. Özgür olabilmek için hayatın ona dayattıklarını reddeden ama eleştirel çalışmalar üreten birisi.
En bilinen oyunu ise Passage. 5 dakika süren, bir erkeği kontrol ettiğiniz 8-pikselli bir yapım. Oyunda sürekli sağa doğru ilerliyorsunuz. Bir süre sonra bir kadın ile karşılaşıyorsunuz. İsterseniz yola tek başınıza devam edebilirsiniz ama onunla devam ederseniz her adımda kazandığınız puan ikiye katlanıyor. Yol bazen engelli, aralarından dolaşarak devam ediyorsunuz. Bir süre sonra kat ettiğiniz yol bulanıklaşıyor ve karakterleriniz yaşlanıyor, saçı dökülüyor, şişmanlıyor, beli eğriliyor, tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi. Bir süre sonra önce eşiniz, sonra da siz ölüyorsunuz. Ubisoft’tan Clint Hocking GDC 2008′deki konuşmasında şöyle dedi: “Biz neden böyle anlamlı oyunlar üretemiyoruz? Bir şeyler ifade eden? Oyunların sanat olup olmadığını tartışıyoruz, işte örneği bu. Bu oyun beni ağlattı, gerçekten.”
Inside a Star-Filled Sky, Jason Rohrer’ın bu sene yayınladığı son yapımı. Oyunda kontrol ettiğiniz tek bir karakter yok, aslında kendine yabancılaşan birçok kişiyi oynuyoruz. Oyunda gördüğünüz bütün nesnelerin içine girebiliyorsunuz; güç takviyelerinin, düşmanların veya kendinizin! Her bir kişinin/nesnenin içi bambaşka sorunlarla, engellerle, çözülmeyi bekleyen problemlerle dolu. Bu bulmacalardan kurtulmanın farklı yolları var. İster kaçabilirsiniz, ister nişan alarak engellerle mücadele edebilirsiniz. Fakat gittiğiniz her yerde değişmeyen tek bir şey var ki; o da iz bırakma, hatırlanma, unutulmama çabası. Bunun için daha oyunun en başında tasarladığınız bir bayrağı her seviyede kullanıyoruz. Varlığımızı gösterebilmek ve “Ben buradaydım” diyebilmek için. Kimi zaman bulunduğumuz bölümlerin başkası (gerçek oyuncular) tarafından ziyaret edildiğini diğer bayraklardan fark ediyoruz.
Oyun ilerledikçe her zaman kimliğimizin ve sıfatlarımızın bir değişim içerisinde olduğunu anlıyoruz. Hatta öyle ki her türlü nesne içine girip çıktığımızın için bu sonsuz döngü içerisinde nereden geldiğimizi, ne yaptığımızı, hatıralarımızı unutuyoruz. İşte o an şimdiki zaman içerisine hapsolduğumuzu ve anlık tüketim alışkanlıkları arasında olduğumuzu görüyoruz. Sorunlarla mücadele ederken bir yandan da can, silah güçlendirici gibi yan oyun öğeleri alıyoruz, tüketiyoruz.
Eğlenmek için oynanacak bir oyun değil Inside a Star-Filled Sky. Çevrimiçi oyunlarda olduğu gibi uzun oyun süreleri vaad etmiyor veya FPS’lerdeki gibi yeni görsel efektleriyle oyuncuyu oyundaki ana karakterle özdeşleştirmiyor. Kesinlikle piyasadaki var olan oyunlardan farklı ve Hollywood üslubundan çok uzak. Braid’deki gibi zamanı manipüle edebilmenizi sağlayan yenilikçi bir oyun mekaniği de yok, seviyeler içerisinde sayısız kez girip çıkabilmek haricinde.
Bir saçma macerası aslında Inside a Star-Filled Sky. Kimliğini, kim olduğunu bulmaya çalışan, sorunlarla mücadele eden, misyonunu, görevini kendi kendine belirlemeye çalışan, içinde bulunduğu karmaşık düzenden kurtulmak isteyen ve özünü arayan, her şeyi anlamlandırma çabası içerisinde olan bir oyuncunun saçma hikayesi ve bunu yalnızca 16 bitlik renklerle gerçekleştiriyor.
Sartre’ın sözünden alıntı yapacak olursak saçmalık “İnsanın dünya ile ilişkilerinden başka bir şey değildir.” Dolayısıyla oyuncunun Inside a Star-Filled Sky’da yaşadığı deneyim de bu açıklamadan pek de farklı değil. Oyuncu saçmalıktan bihaber, saçma duygusu içinde yaşayan bir yabancıyı oynamaktadır. Tıpkı Albert Camus’nün Yabancı romanı gibi Inside a Star-Filled Sky da var olma, yabancılaşma ve saçma üzerine tasarlanmış önünde saygıyla eğilmemiz gereken bir video oyunudur.
Passage, insanı kısalığı da sayesinde ne olduğunu çözdüğünüzde çoktan bitmiş olan, insanı bir anlığına duygusal bir boşluğa sürükleyen ardında da yüzünde sıcak bir tebessüm bırakan bir yapım olmuş.Ayrıca oyuna başlarken oyunun manidarlığından haberdar değilseniz, klasik oyun anlayışımızdan dolayı, oyundaki manidarlığı anladığınız anda kendinize kızıyorsunuz.